Yaşamın en kara, en yoğun, en aktif ve sancılı görünen dış etkenlerin yoğun olduğu günlerde günler günleri kovalarken içerideki bunaltı da artmaya ve yoğunlaşmaya devam eder. Zamanın çözümleyici ve ilaç olduğu etkisi sorunu fark edip kabul ettiğimiz evrede başlarken içerideki bilinmeyen duygu ve düşünceler düğüm olup benliği yavaş yavaş kendi kargaşasında boğmaya başlar.
Ve bir gün gelir yaşamımız sakinleşmiş ve dinginleşmiştir. O anda sessizliğin içinden içimizdeki sesler hızlı bir şekilde yükselmeye başlar.Esasında insan fark etmeden içinde görmekten kaygı duyduklarini görmemek için otomatik bir biçimde kendini daha aktif ve acılı bir gündeme sokabilir. Bu sayede içerideki ses şimdinin yoğun sesinin bir süre arkasında kalır.
Bu bazen fark etmeden acılı senaryoları yaratacak insanları ve olay örgülerini kişinin hayatına çekmesi ile olur, bazen de kendini tüketircesine yoğun, aktif, programlı ve aralıksız bir yaşam biçimi ile olur.
İnsan niye kendini acılı olaylara sokar, acıyı kendine çeker, öyle saçma şeymi olur diye düşünebilirsiniz ancak zaman zaman insan acıdan beslenir ve acıyla ayakta kaldığını hisseder. Bu sebeple derinlerdekini görmek için bazen tamamen bilinçsiz bazen yarı bilinçli olarak, bir tarafı ona aslında bu kişi veya olay ona sıkıntı çıkaracak dese de onu yaşamına alır. Bazı zamanlarda ise günün her saniyesi bir meşguliyetle doldurularak içeride olan duyulmaz. Evde daima açık bir televizyon, üstüste izlenen filmler, hatta tuvalete giderken bile elden düşmeyen telefonla orada bile boş kalmama çabası oluşur. Aynı zamanda yoğun ev temizlemeler, düzen ve organizasyonlar, aktif ve üstüste sosyal ilişkiler ile kişi kendine bir dakika bile zaman açmamanın verdiği iç sesleri duymama konforunu bir süre yaşar.
Bu döngü genellikle tükenene kadar çabalama ve tükenip bir süre hiçbir şey yapmamanın verdiği depresif ruh hali arasında dönüp durur.
Sebebi bilinmeyen baş dönmeleri, bayılmalar, zührevi rahatsızlıklar, migren ataklari, fibromiyalji, kabızlık ve mide problemleri ve benzer bir çok somatik rahatsızlık bir sürü kişiye bir sorun olduğunu anlatmaya çalışır. Ancak bu evrede bir veya birkaçı kişinin yaşam işlevini hala bozmuyor ve ciddi bir rahatsızlık vermiyorsa hayat aynen devam eder. Birikmeler artar ve yeni tepkimeler ortaya çıkar. Ani sebepsiz öfke patlamaları, tahammülsüzlükler, yeme ataklari, ani kilo alımı veya verimi, depresif ruh hali, halsizlik, isteksizlik, uyandığı saniyede bir mutsuzluk ve yorgunluk hissi, zaman zaman değişen kalp atımları ve beden gerginlikleri, diş sıkmalar, uyku problemleri kendini gösterir.
Bu evrede de hala kişi içindeki ile yüzleşecek kadar yeterince acı çekmediyse süreç birikerek devam eder. Ve bir gün herhangi bir yerde hiçbir sebep yokken aniden ayaklarında bir karıncalanma ve yukarıya bir alev çıkıyor, bedeni sıkıyor hissi başlar. Akabinde kalbindeki çarpıntıyı, kulaklarında uygulamayı, nefes alamıyor olma ve boğulma hissini yaşar. Nefes almaya çalışır. Alamaz. Nefes alamıyorsam o zaman ölürüm der içinden. O an aklından demek yolun sonuna geldim, evet tam şu an belli ki öleceğim diye geçirir. Müthiş bir korku, vücut ısısını da değişim başlar. Bazen çığlık çığlığa haykırır kişi bazen yere kapaklanır. Çevredekiler ona bir şey yapamıyordur. Kendisi de kendine bir şey yapamamaktadır. Çok çaresiz hisseder. Kontrolünü kaybetmiş ve ölecekmiş gibi hissetmektedir. Apar topar ambulans ile hastaneye gidilir. Kişinin hala yaşadığı acı devam etmekte hatta sanki kendini de bulunduğu ortamı da hissedememektedir. Sanki kendini de ruhu ve bedeni ayrılmış, yabancı hisseder. Çevre, ortam, insanlar hatta kendi bedenine, kendisi kendine yabancıdır. Bu en korkutucu olan kısmıdır çünkü artık sanki yokmuş gibi hisseder. Ölme anını yaşıyor olduğunu düşünür. Hastaneye varıldığında tüm bedene incelemeler yapılır kan tahlilleri, EKG sonuçları, nörolojik muayene… Her şeye ayrıntılı bakılır. Yok, hayır, hiçbir bulgu bulunamaz. Bir sakinleştirici ilaç verilir o an için ve bir psikiyatriste yönlendirilir. Panik atak başlangıcı olduğu söylenir kişiye. Belli başlı ilaçlar yazılır. İlaçları almak istemese de alır ve prospektüsü okur. Prospektüsdekiler hepten korkutur veya bu ilaç bana zarar verirse diye içinden geçirir. Kader o ya tam o evrelerde yeni bir atak başlar. İlaç yüzünden atak geçirdiğini hisseder ve ilaçtan da uzaklaşır. Esasında ilaç değildir atağa sebep olan ancak o an kişi çok çaresizdir ve sebep aramaktadır. Çare arar. Kapı kapı doktorları gezer. Bir kanser, tümör bulunsa da rahatlasam der. Kimse onun yaşandıklarını anlayamıyordur. Yalnız hisseder. İnsanlar bunu kendisinin yaptığını, abarttığını, ilgi çekmeye çalıştığını söyler. Bu hem kırar hem de bir süre sonra kendine olan güveni sarsılır ve kendini sorgulamaya başlar. Gerçekten bunu ben kendim mi yapıyorum diye düşünür. Bu sefer kendi kendine baş edemediği için kendini suçlar. Ağlama nöbetleri başlar. Ağladığı için kendine gıcık olur. Ama ağlamasını dahi kontrol edemediğini hisseder. İnsanlara ve kendine sunabileceği somut bir hastalığının olmayışı hayatının mahvolduğunu, artık böyle devam edeceğini hissettirir. Gittikçe artan ataklarıyla ölümü beklediğini hisseder. Gece uyku anında ataklar, dışarda ataklar, evde ataklar… Her yerdedir. Kaçacak bir yer kalmamıştır. Uyuyunca atak geçirme korkusu ile uyuyamamaya başlar. Dışarda atak nerede yaşarsa oradan uzak durmaya çalışır. Evde yalnız kalmamaya çalışır ama birileri varken onlar da onu anlamadığı için ekstra yalnız hisseder ve acı çeker. İçinde hep her an her yerde atak yaşayacağı korkusu vardır. Sonunda ilaçlara razı olur ve başlar. Bir süre rahatladığını hissedebilir veya bazen daha önce yaşadığı atak sebebi ile ilaç aldığı an yeniden ataklari yaşayabilir. Çaresizliğin dibine battığını, ilaç içiyorsa da ilaca bağımlı olduğunu, ilaç olmazsa yine atak geçireceğini hissettiği için yeni yollar aramaya çalışır. İçindeki bunaltı, sıkıntı, zaman zaman kendi değilmiş gibi hissetme, devam eden ataklar, aynada bir başkasını göreceği ve başkasının çıkacağı korkusu artmaya başlar. Çıldırıyor muyum yoksa diye düşünür. Delirme korkusunu da yaşayınca hiçbir işe yaramayacağından emin olsa da çalmadığı tek kapı olduğu için bir psikoloğa gider. Bazen gittiği psikolog öncesi bir veya iki psikoloğa gitmiş, bir veya üç seans görüşmüş, bir fayda görmemişte olabilir. Bu döngüyü yaşayıp gelen çok fazla danışanım var. Kendi açımdan en yoğun danışan kitleme panik atak ve buna eşlik eden başka rahatsızlıklar olduğunu, sonrasında da başı sosyal fobi ve diğer fobik tablolar ile obsesif kompulsif bozukluk olduğunu söyleyebilirim. Terapi süreci ortaklaşa ilerlenecek bir aşamadır ve kişi iyileşme aşamasında kendisine de pay düşeceğini görüp bunu kabul ederek terapiye devam ettiğinde iyileşmeme gibi bir durumu yoktur. Genelde terapi de kendisine de pay düşüyor olduğunu veya derinlere inileceği için inmeye acıya rağmen hazır olmadığını hisseden bireyler ilk seansın boşalımı ardına veya ataklari kontrol altına aldığınız üçüncü veya beşinci seans evrelerinde erken bir bayram havası ile seansları terk eder.
Ancak süreç ne zaman nüks edip tahammül edemediği bir gün olursa yeniden geri dönüş yapar.
Başka kişilik bozukluklari, tik bozuklukları, diğer psikotik rahatsızlıklar olmadan var olan panik atak tablosu çok hızlı tedavi olur ve süreci tamamlanır. Esasında panik atak bir semptomdur ve daha derinlerinde başka bir durumu çalışmaya yönlendirir. Bu sebeple panik atak ile çalışırken birincil hedef atakları belli bir kontrol altına almak ve onlarla baş etmeyi öğrenmektir. Bu evreden sonra bu duruma sebep olan derin faktörler araştırılır ve dipteki problemlere, geçmiş çocukluk çağı yaşantılarına dönülür. Panik ataktan sonra asıl dertlendiğimiz ve ele aldığımız onun altındaki sebeplerdir. O sebepleri çözümleme süreci de bana göre bir merdiven gibidir. En yüzeyde ve merdivenin en tepe basamağında panik atak vardır. O basamağa halledince bir alt basamağa inilir. Oradaki farkındalıklarla daha derine doğru yavaş yavaş yürür. Taki en temel basamağa ulaşana kadar.
Sebep hallolduğunda sonuç değişir. Sonucun aktif ve aşırı sancılı olduğu dönemde ise sebebe dönüş mümkün değildir. Bu sebeple sonucun belli bir oranda rahatlatıldığı evreden sonra sebeplere yoğunlaşılır. Zaten sebepler ele alındıkça atakların geliş sayısı ve oluşum süresi azalarak rahat bir evreye ulaşılır.
Bana göre panik atak süreci hem atakları kontrol etmek için en hızlı sonuç alınan problem hem de sebepleri tam bir düğün olduğu için sürece merak ve birlikte sabırla ilerlenen ilginç bir yolculuktur.
Her danışan sorunu ne olursa olsun sebeplere bakıldığında beni şaşırtır. İnsan beyninin nelere kadir olduğunu görmek ve zehir ile şifanın aynı yerde buluştuğunu yeniden yeniden fark etmek ilginç bir süreçtir.
Danışanların gittikçe iyiye giden ruh halleri davranışlarda, sosyal yaşamda, kıyafetlerinde ve hatta oturuş biçiminde dahi kendini gösterir. Çünkü insan bir bütündür ve bir parçasındaki değişim tümünde değişimler oluşturur.
Yıllarca ilaç kullanmış veya ataklarla acı içinde yaşamış danışanlar geldiğinde geçmişleri için üzülsem de geleceklerine yardımcı olabileceğimi bilmek biz terapistlerin en önemli desteği diye düşünüyorum. İnsan olarak danışanımızın yaşadığı acıya üzülüp acısına eşlik etsek de sebeplerinin birlikte, süreç ve sabır ile iyileşeceğini bilmek bize ümit olur. Terapinin başlangıcında danışanlar bendeki ümit ile ümit hissiyati yaşarken süreçteki iyi gidiş kendilerindeki ümit duygusunu hareketlendirmeye başlar ve artık benim ümitlendirmemden ziyade kendi içinde olan değişimi fark etme ve devam eden bir iyilik hali döngüsü ile terapiye sarılma hissi başlar. Bu aşamada terapi daha da sağlam zeminde ilerler ve bu güvenin temeli ile daha derin konular halledilerek terapinin son evrelerine gelinir. Tüm sorunun çözümlendiğinde ise danışan kendini terapiyi bırakabilecek evrede hisseder ve sağlıklı bir ayrışma başlanır.
Yani panik atak çaresi olan acılı bir problemdir. Ancak sabır ve istikrar ile terapiyim ilişki de çözümlenebilecek bu rahatsızlık için kendimizi acılı yaşama mahkum etmeyelim.
Parçalarımızı tanıyıp bütünümüzü görebilmek ve bir bütün hissedebilmek dileğiyle…
Uzm. Klinik ve Endüstriyel Psikolog Sümeyye Arslan