Ay: <span>Şubat 2019</span>

Dijital Çağda Anne Baba Olabilmek

Sinerji Koleji Öğrenci Velilerine Yönelik Eğitim

Parlak Hayat psikolojik danışmanlık merkezimiz tarafından Başakşehir’de bulunan Sinerji Koleji öğrenci velilerine yönelik İbni Haldun Üniversitesi konferans salonunda Dijital Çağda Anne Baba Olabilmek konulu konferansımız aile ve çift terapisti uzmanımız Fulya Eroğlu tarafından verilmiştir.

ŞİZOFRENİ İLE YAŞAMAK

Şizofreniye ilişkin toplumda yanlış fikirler ve önyargılar çok fazla. Şizofreni tanısı alan bireyler; tehlikeli, saldırgan, ne zaman ne yapacakları belirsiz, konuştukları anlamsız kişiler olarak düşünülür ve toplumdan dışlanarak yalnız bırakılır. Birçok insan şizofreniyi tedavisi olmayan bir hastalık olarak algılayıp hastaların iyileşmeyeceğini düşünür. Oysa şizofreni hastaları iyileşebilir ve fırsat verilirse bu insanlar da yetenekleri doğrultusunda üretkenlik gösterebilir.

Şiddetli bir psikolojik hastalık düşündüğümüzde aklımıza ilk olarak şizofreni gelir. Şizofreni her kültürden, yaşamın her kesiminden gelen insanlarda görülebilir. Şizofreninin neredeyse epilepsi kadar yaygın bir hastalık olduğunu duymak birçok insanı şaşırtır. Herhangi birimizin yaşamında şizofreni olma riski yaklaşık %1’dir. Genellikle genç yaşta başlayan bu bozukluğun belirtileri arasında algılama, düşünme, hareket, benlik duygusunda bozulma ve ilişkilerde aşırı tuhaflık gibi problemler vardır. Hastalık sürecinde alevlenme ve yatışma dönemleri görülür. Alevlenme döneminde gerçeklikten ciddi bir kopuş ve mantık dışı davranış ve düşünceler vardır. Kişi algılama bozukluğuna bağlı olarak bizim duymadığımız sesleri duyduğunu iddia edebilir ve buna göre davranabilir. Ancak alevlenme belirtileri tedavi edildiği durumda bireyin gerçeği değerlendirme yetisinde büyük oranda iyileşme görülür.

Bir hasta yakınının başına gelebilecek en güç durumlardan birisi, hekimler tarafında ciddi bir rahatsızlığının olduğu onaylandığı halde hastalığını kabul etmeyen ve yardımı reddeden bir hastanın olmasıdır. Gerçeği değerlendirme yetisi bozuk ve psikozun tüm belirgin belirtilerini gösteren şizofreni hastalarında içgörünün yokluğu da söz konusudur. Hastalığın kabul edilmesindeki güçlük bazen hastadan çok hasta yakınlarında veya her iki tarafta birlikte görülebilir.

Şizofreni tanısı alan bireyler, başkalarından farklı davrandıkları ve göründükleri için toplum tarafından damgalanıp, dışlanabilirler. Ayrıca düşünce içeriğindeki bozukluk dikkatsizlik, motivasyon azlığı, umutsuzluk, başarısızlık gibi durumlara yol açabilir. Böyle bir durumda birey dışında, hiç kuşkusuz aile fertleri de en yüksek düzeyde etkilenmektedir. Hastalığın sürecini bilmeyen aile hastalarındaki değişimi bazen şaşkınlıkla bazen tedirginlikle bazen de kötü ebeveynlik ve yetiştirme eksikliğine dair endişelere neden olan suçlulukla izleyebilir. Aile fertleri karşılaştıkları ile çaresizlik, güçsüzlük gibi durumlarla ‘’ne yapacağını bilemez ‘’ durumda kalabilir. Bu hastanın klinik gidişatını kötü yönde etkiler.

Bakımın güç ve uzun süreli olduğu bu süreçte ailenin hastaya yönelik bakım yükü de ağırdır. Tüm bunlar aile bireylerinde, hastanın bakım verene bağımlılığıyla birlikte sosyal aktivitede değişim, duygusal problemler, ekonomik güçlükler ve damgalanma korkusuyla kaynaklanan sosyal izolasyon ve aile içi sorunlar gibi durumlara yol açabilir. Hastanın davranışlarının değiştirilmesinin zorluğu ve bakımın mecburi olması ailede ağır bir stres de oluşturabilir. Bu tür problemler aile işlevinin bozulmasına yol açtığı gibi ailenin ruh sağlığını da olumsuz etkileyebilir.

Hastalıkla baş edebilmenin en güçlü ve doğal kaynağı ailedir. Yetişkinleri etkileyen hastalıklar arasında aile içinde en çok problemlere neden olan ve ailede işlev bozukluğuna yol açan hastalıklardan biri şizofrenidir. Hastanın tedavisi sürecinde, ailenin de sağlıklı bir danışmanlık hizmeti alması gereklidir. En başından itibaren aile üyelerinin de bu süreçten nasıl etkilendikleri ve gereksinimleri saptanmalı, birlikte bir çözüm yoluna gidilmelidir. Çünkü aile de tedavi ekibinin bir parçasıdır ve ruhsal ve toplumsal açıdan desteklenmelidir. Aile üyelerini de ayakta tutup umut aşılayacak girişimler, krize müdahale ile başlatılıp aile tedavisi ile sürdürülmelidir. Ancak ruh ve beden sağlığı yerindeki aile üyeleri tedavi işbirliği oluşturup sağaltıma katkıda bulunabilir. Hastalarının tedavisi başlatılan aile üyelerine duygusal destek, şizofreninin klinik özellikleri, nedenleri, gidiş ve sonlanımı ile ilgili hastalık eğitimi, aile örüntülerini kuvvetlendirme, iletişim sorunlarını çözme ve baş etme becerisi kazandırmanın yanı sıra stresle baş etmeyi içeren müdahalelerde bulunulması gerekir.

Tüm bu müdahalelerle birlikte problem çözme becerisi kazanan aile yaşadıkları sorunu daha nesnel ve somut bir şekilde tanımlar. Aile içi iletişim becerilerinin gelişmesiyle birbirlerine karşı daha anlayışlı bir tutum içinde olurlar. Baş etme becerilerini artırma ve stres azaltma teknikleriyle aile, sorunları çözebilme yollarının kapasitesini artırır, böylece sosyal destek ağını genişletme olanağı bulur. Bu türden müdahalelerin şizofreni tedavisine katkıları ve hastalığın süreci üzerindeki olumlu etkileri kanıtlanmıştır. Şu unutulmamalı ki insanlar birbirlerinin şizofreni olmasına neden olmayacakları gibi hastalık da kimsenin suçu değildir.

Buse ÖZCAN

TERAPİYE GİTMEYİ ENGELLEYEN İÇSEL DİNAMİKLER VE YÜZLEŞMEMEK İÇİN KULLANILAN SAVUNMA MEKANİZMALARI

Toplum olarak doktora gitme konusunda istekli olduğumuz söylenemez. ‘Zamanla geçer, biraz daha bekleyeyim geçmez ise giderim, ya kötü bir şey duyarsam.’ gibi düşünceler ile doktora gitmeyi engelleriz. Bu durum psikoterapi için de geçerli olabilmektedir. Hatta ruhsal zorlukları, fizyolojik zorluklara göre daha az önemsemekteyiz.

Terapiye gitmeyi engelleyen yanlış inançlar insan zihninde yer alabilmektedir. Bu inançlar kişinin kendi mental yolculuğuna çıkmasına engelleyici olmaktadırlar. Terapiye gidersem ‘deli damgası alırım, terapide anlaşılmam, verdiğim bilgiler gizli kalır mı?, verdiğim ücret aldığım hizmete karşılık gelir mi?’ gibi endişeler terapiye gitmede engelleyici olabilir. Terapide ki maddi karşılık aldığımız hizmeti değerli kılar. Nasıl ki ücretsiz verilen bir nesnenin bizde ki karşılığı, maddi değer vererek aldığımız bir nesne kadar değerli değilse, psikoterapi için ödenen maddi karşılık psikoterapiye daha fazla değer vermemizi ve işbirliği halinde olmamızı sağlar. Psikoterapi’de ki yanlış inançları değiştirebilmek için psikoterapiyi doğru tanımlamak gereklidir. Psikoterapi, gerekli eğitimleri almış bir uzman eşliğinde duygularınızı, düşüncelerinizi, kendiniz ve başkalarıyla ilgili inançlarınızı, kişisel yaşantınızı güvenli bir biçimde fark etme ve keşfetme sürecidir. Psikoterapi size, yaşadığınız zorluklar ve sıkıntılar ile ilgili içgörü kazandırmayı, düşünce ve davranışlarınızda değişiklikler meydana getirmek için motivasyon kazandırmayı amaçlar.

Terapide kendimiz, duygularımız, ve inançlarımız ile yüzleşmemek için savunma mekanizmalarımız devreye girebilir. Bu savunma mekanizmaları terapiye katılmada engelleyici bir role sahip olabilirler. Savunma mekanizmaları  egonun üzerindeki baskı ile başa çıkabilmek için oluşturulmuş düşünce, tutum ve davranışlardır. Örneğin kişi öfke kontrol sorunu yaşıyor ve çevresi tarafından yardım alması isteniyor, fakat kişi öfke kontrol sorunu olmadığına inanarak terapiye gelmeyi reddediyorsa bu kişi İnkar savunma mekanizmasını kullanıyor olabilir. Bir başka savunma mekanizması örneğinde ise kişi terapide vereceği bilgilerin başkalarıyla paylaşılacağını düşünerek terapiye gitmeyi güvensiz bulabilir. Bu durumda ise Akla Uygunlaştırma (Rationalization) savunma mekanizması gelişmiş olabilir. Son bir örnek verilecek  olursa, kişi psikoterapiye gelmeyi çocukları için karşılayacağı ihtiyaçları, kendi ihtiyaçları için kullanmayı uygun görmemesi nedeniyle reddediyor ise bu kişi Ahlaksallaştırma savunma mekanizmasını kullanıyor olabilir. Bu mekanizmalar ile kendimize yapacağımız yolculuğu ne kadar ertelersek o kadar kendimize yabancı kalmış olacağız. Çok geç olmadan kendiniz ile ilgili farkındalığınızı arttırmak ve yaşadığınız sıkıntı ve zorluklara içgörü geliştirmeniz dileğiyle…

 

KAYNAKÇA

HOBİLERİN İNSAN DUYGULARINA FAYDALARI VE SOSYAL RİTİM OLUŞTURMA İHTİYACI

Hobi, günlük dilde kişinin mesleği ya da işi dışında geriye kalan zamanlarında keyif, dinlenme ve eğlence amaçlı yapmış olduğu ve ilgi duyduğu uğraşlar olarak ifade edilmektedir. Zevk için yapılan bu uğraşlar insanların fiziksel, zihinsel, sosyal ve duygusal olarak gelişimini etkiler. Günümüzde insanların iş alanında çok vakit harcaması hobi ve sağlık alanlarını ihmal etmelerine sebep olmaktadır. Zayıf kalan bu alanlar, zamanla fiziksel ve zihinsel sağlığı olumsuz etkileyerek hem iş başarısını düşürür hem de stres ve öfke kontrolünü zorlaştırır. Stres depresyon başta olma üzere birçok hastalığın hem nedeni hem sonucu olabiliyor. Hobisi olmayan kişiler günlük hayatta da iş hayatında da neredeyse her şeyi görev ve sorumluluk bilinciyle yaptıkları için bir süre sonra hayattan keyif almamaya başlıyorlar. Bu durum ruh sağlığıyla beraber beden sağlığını da olumsuz etkiliyor. Hobi edinmek, kötü stresi yok ederken yapıcı veya pozitif stres olarak da bilinen ‘eustress’ düzeyini artırıyor. Stresin yerini derin bir gevşeme alıyor.  Pozitif strese karşı vücut ve beyin olumlu bilişsel tepkiler veriyor, tatmin duygusu çok daha yoğun hissediliyor. Böylece bireyler kendilerini geliştirmek, geleceğe yatırım yapmak için gerekli motivasyonu bulabiliyorlar. Hobiler, aynı zamanda bireyin kendisini ifade etmesinin ve gerçekleştirmesinin en etkili yollarından biridir. Kişi kendisine en uygun hobinin yardımıyla, ruhundaki yaratıcılık ve üretme arzusunu ortaya çıkabilir ve hayatına anlam katabilir. Kimi zaman da konuşarak anlatılamayan duygular, huzursuz eden düşünceler hobiler yardımıyla açığa çıkarılabilir. Ayrıca sanatsal değer taşıyan hobiler sağ beyni aktifleştirerek duygusal zekanın gelişmesine katkı sağlar. Duygusal zeka, bir insanın kendisine veya başkalarına ait duyguları anlama ve yönetme becerisidir. Kendi duygularını fark eden ve yönetebilen insanlar, karşılaştıkları durumlara karşı alternatif düşünceler üretebilir, bakış açıları genişler ve hayata başka bir pencereden bakabilirler. Beynin sağ lobunun aktif olmasıyla beraber kaybedilen denge tekrar sağlanır ve beyin çift yönlü çalışmaya başlar. Beynin kullanım kapasitesi ancak çift yönlü kullanılmasıyla artabilir. Hobilerin en önemli özelliği yapılmak zorunda olmayan, yetiştirmek için zaman kısıtlaması olmayan, yarış ve rekabet içermeyen uğraşlar olduğu için kişiye rahatlama duygusu yaşatır. Bazı hobiler dinginlik ve gevşeme sağlarken, bazıları da serotonin, dopamin ve endorfin gibi mutluluk ve heyecan verici etkisi olan hormonları aktive eder. Hobi sahibi olmak beden ve ruh sağlığı dışında sosyal yaşantımıza da katkı sağlar. Yeni insanlarla tanışma ve ek gelir fırsatı verir. İletişimi ve sohbet edebilme becerisini güçlendirirken, önyargısız ve eleştirel düşünmeye de yardım eder. Hobi edinerek kendinize bir iyilik yapabilir ve zihninize vakit ayırabilirsiniz.

 

 

KAYNAKÇA

 

Bıyıklıoğlu, A. (2014). Hobi ile yaşam dengenizi yakalayın. 26.11.2018, http://www.milliyet.com.tr/hobi-ile-yasam-dengenizi-yakalayin-pembenar-yazardetay-yasam-1845551/.

 

Karaca, E. (2016). Hobi nedir? Çeşitleri ve faydaları nelerdir?. 26.11.2018, https://bilgihanem.com/hobi-nedir/  .

 

Kaya, B. (2017). Hobi edinmenin beden ve ruh sağlığına faydaları. 26.11.2018, https://blog.quicksigorta.com/saglik/hobi-edinmenin-beden-ve-ruh-sagligina-faydalari-296 .

 

Tarhan, N. (2006). Duyguların psikolojisi ve duygusal zeka. İstanbul: Timaş Yayınları.

Boşanmaya Sürükleyen İletişim Hataları

Araştırma sonuçlarından yola çıkılarak, bir evliliğin devamında en kritik iki dönem tespit edilmiş: Birinci dönem, …

Başakşehir Oyun Terapisi

⭐Oyun Terapisi nedir? Oyun ve oyuncaklar aracılığı ile çocukların kendilerini ve ihtiyaçlarını ifade etmelerine …

Grup Ve Etkileşim İhtiyacı

Kültürümüz bize kişisel biricikliğimizi öğretir ancak daha derin bir düzeyde zar zor bireysel organizmalar olarak …